RAKININ TARİHİ
Rakının milli içkimiz olmasından dolayı sizlere çok özel bir rakı sayfası ha-zırlamayı düşündük. Her ne kadar insanlar rakıyı içmesini buradan mı öğ-reneceğiz dese de biz size zaten burada içmesini öğretmeyeceğiz. Sizlere anlatmak istediğimiz rakı hakkında birkaç tane püf noktasını öğretmektir.
Yunanlılar rakıyı bizden nasıl çalmak istiyorlarsa biz de bu içkimize sahip çıkalım ve sürekli ailemizle, arkadaşlarımızla içtiğimiz bu güzel içkimizin hiç değilse tarihini öğrenelim.
Sizlere burada rakı içerken yanında ne yememiz, neler hazırlamamız ge-rektiği hakkında bir kaç meze tarifi sunacağız. tabii ki bunlar dengeli bir rakı içimi ve hazım kolaylığı sağlaması içindir.
Rakı
çok uzun yıllardır Türklerin milli içkisi olmuştur. Bunun sebebi
rakının Türkler tarafından bulunmasıdır. Dünya üzerinde rakının ilk kez
Osmanlı sınırları içinde üretildiğini tüm dünya kabul ediyor. Günümüzde
Yunanlılar rakıyı Uzo diye tanıtıp tüm dünyaya bunun bir yunan içkisi
olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Avrupa Konseyi Alkollü İçkiler
Ekspresler Komitesi diğer içkilerde olduğu gibi (Skotch Whisky) rakıyı
da Turkish Rakı olarak adlandırmıştır. Türkiye’de dört çeşit rakı
üretilir. Bunlar Kulüp Rakı, Altınbaş Rakı, Tekirdağ Rakısı ve Yeni
Rakı’dır.
Halk arasında rakının kaliteli olup olmadığını anlamak için rakı şişesinin altındaki numaraya bakılır. Halbuki bu kan yanlıştır. Çünkü bu sadece şi-şenin imal seri numarasıdır. Bir başka kanıya göre rakı şişesi sallanır ve içinde pullanmalar olur. Pullu rakının kaliteli olduğuna inanılır. Bunun sebebi de aşırı soğutulan rakının dışarı çıkarıldığında içindeki aromanın kristalleşmesidir. Tam aksine rakı özelliğini kaybetmiştir.
Aliyül Ala Arak-ı Türkî Hususi (Le Veritable Rakı Turc)
Hafta sonu geldi çattı. Damak erbabında, rakı sata-ı mailine girmiş olmanın heyecanı başladı. Ustasına söylemeye gerek yok ama rakının keyifle ve kararında içildiğinde güzel olduğunu unutmayalım.
Halk arasında rakının kaliteli olup olmadığını anlamak için rakı şişesinin altındaki numaraya bakılır. Halbuki bu kan yanlıştır. Çünkü bu sadece şi-şenin imal seri numarasıdır. Bir başka kanıya göre rakı şişesi sallanır ve içinde pullanmalar olur. Pullu rakının kaliteli olduğuna inanılır. Bunun sebebi de aşırı soğutulan rakının dışarı çıkarıldığında içindeki aromanın kristalleşmesidir. Tam aksine rakı özelliğini kaybetmiştir.
Aliyül Ala Arak-ı Türkî Hususi (Le Veritable Rakı Turc)
Hafta sonu geldi çattı. Damak erbabında, rakı sata-ı mailine girmiş olmanın heyecanı başladı. Ustasına söylemeye gerek yok ama rakının keyifle ve kararında içildiğinde güzel olduğunu unutmayalım.
Yakin
zamana dek Tekel’in rakılarından baksa seçeneğimiz yoktu,
hatır-larsınız. Sonradan Tekel’in içki birimi özelleştirildi, kısa
surede rakip firmalar piyasaya girdi. Bu sayede güzel rakı içer olduk.
Ama daha eskilere, 1920’li yıllara gittiğimizde ülkemizde rakı konusunda
büyük bir çeşitlilik olduğunu görüyoruz.
O eski rakı markalarından bazılarını hatırlayım dilerseniz:
(1926 yılında kurulan Tekel’in (O zamanki adıyla İnhisarlar İdaresi’nin) ürettiği rakılar parantez içinde belirtilmiştir. Diğerleri daha önceki yıllarda özel sektör tarafından üretilmiş rakılardır)
(1926 yılında kurulan Tekel’in (O zamanki adıyla İnhisarlar İdaresi’nin) ürettiği rakılar parantez içinde belirtilmiştir. Diğerleri daha önceki yıllarda özel sektör tarafından üretilmiş rakılardır)
Efe Rakısı (1880-1900 yılları arasında satılanı)
A Rakısı (Ağa Rakısı olarak da bilinir)
Bülbülce Rakısı
Ala Nazilli Rakısı (İnhisarlar İdaresi)
A Rakısı (Ağa Rakısı olarak da bilinir)
Bülbülce Rakısı
Ala Nazilli Rakısı (İnhisarlar İdaresi)
Çavuş Rakısı– Keyf Rakısı
İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı İdaresi Hususi Fevkalade
İspirt o ve İspirtolu İçkiler İnhisarı İdaresi Ala İstanbul Rakısı
İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı İdaresi Hususi Fevkalade
İspirt o ve İspirtolu İçkiler İnhisarı İdaresi Ala İstanbul Rakısı
İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı İdaresi Ala Boğaziçi Rakısı
Ankara Rakısı Boğma Rakı (Tür olarak değil marka olarak 1945-1947 ara-sında Tekel Adana’da Üretmiş)
Sakız Rakısı (Aynı şekilde tür olarak değil marka olarak Tekel İstanbul’da Üretmişti)–Hususi Ala Rakı (İnhisarlar İdaresi)–Fertek Rakısı–Olgun Rakısı–Alem Rakısı
Türkiye İspirto ve Meşrubat Külliye-i İnhisarı İdaresi Rakısı.
Aliyül Ala Gazi Ayıntap Rakısı (İnhisarlar İdaresi)
İyi Rakı (İnhisarlar İdaresi)
Yeni Rakı (İnhisarlar İdaresi)– Yaluva Rakısı–Erdek Rakısı
Aydın Rakısı (İnhisarlar İdaresi)–Memur Rakısı
Ankara Rakısı Boğma Rakı (Tür olarak değil marka olarak 1945-1947 ara-sında Tekel Adana’da Üretmiş)
Sakız Rakısı (Aynı şekilde tür olarak değil marka olarak Tekel İstanbul’da Üretmişti)–Hususi Ala Rakı (İnhisarlar İdaresi)–Fertek Rakısı–Olgun Rakısı–Alem Rakısı
Türkiye İspirto ve Meşrubat Külliye-i İnhisarı İdaresi Rakısı.
Aliyül Ala Gazi Ayıntap Rakısı (İnhisarlar İdaresi)
İyi Rakı (İnhisarlar İdaresi)
Yeni Rakı (İnhisarlar İdaresi)– Yaluva Rakısı–Erdek Rakısı
Aydın Rakısı (İnhisarlar İdaresi)–Memur Rakısı
Baküs Rakısı Edremit Rakısı–Bilecik Rakısı–Umurca Rakısı
İstanbul Rakısı (İnhisarlar İdaresi)–Filurya Rakısı–Kulüp Rakısı –Üzüm Kızı Rakısı—-Deniz Kızı Rakısı–Bahçe Rakısı
E lif Rakısı
İstanbul Rakısı (İnhisarlar İdaresi)–Filurya Rakısı–Kulüp Rakısı –Üzüm Kızı Rakısı—-Deniz Kızı Rakısı–Bahçe Rakısı
E lif Rakısı
KİMYA
Rakı kuru ve yaş üzüm ispirtosunun anason tohumları ile ikinci bir damıtılmadan sonra elde edilir. Yıllandırma iki ila altı ay ara-sında meşe fıçılar içinde yapılır. Litre başına en fazla beş gram şeker katılabilir.
Halk arsında rakıya aslan sütü denilmesinin nedeni eski Osmanlı meyhanelerinde rakının aslan kabartmalı kaplarda sunulması ve renginin sütle aynı renkte olmasıdır. Ve bu inanışın sonucunda insanlar rakının içildiği zaman insana cesaret vereceğine inanır. Hâlbuki tüm alkollü içkiler gibi rakı da insanın kaslarını ve sinirle-rini gevşetir
Rakı kuru ve yaş üzüm ispirtosunun anason tohumları ile ikinci bir damıtılmadan sonra elde edilir. Yıllandırma iki ila altı ay ara-sında meşe fıçılar içinde yapılır. Litre başına en fazla beş gram şeker katılabilir.
Halk arsında rakıya aslan sütü denilmesinin nedeni eski Osmanlı meyhanelerinde rakının aslan kabartmalı kaplarda sunulması ve renginin sütle aynı renkte olmasıdır. Ve bu inanışın sonucunda insanlar rakının içildiği zaman insana cesaret vereceğine inanır. Hâlbuki tüm alkollü içkiler gibi rakı da insanın kaslarını ve sinirle-rini gevşetir
DÜNYADAKİ DİĞER RAKI ÇEŞİTLERİ ŞUNLARDIR
Sake Rakısı: Japonlar, Çinlilerin pirinçten elde ettikleri rakı
Sake Rakısı: Japonlar, Çinlilerin pirinçten elde ettikleri rakı
Slivovice: Sırbistan’ın erikten ürettikleri rakıdır.
Komovica: Yugoslavların üzümden imal ettikleri rakıdır.
Komovica: Yugoslavların üzümden imal ettikleri rakıdır.
Uzo: Yunanların yaptığı üzüm rakısı
ALTINBAŞ
Sadece üzüm sumasından üretilir. Hacmen %50 alkole sahiptir.
Türkiye de üretilen rakılar arasında içimi ve kokusu en güzel olan rakı-dır.Bizi dünyada temsil eden bu rakı aynı zamanda rakı tarifi verilirken baz alınır.
Sadece üzüm sumasından üretilir. Hacmen %50 alkole sahiptir.
Türkiye de üretilen rakılar arasında içimi ve kokusu en güzel olan rakı-dır.Bizi dünyada temsil eden bu rakı aynı zamanda rakı tarifi verilirken baz alınır.
KULÜP RAKI
Altınbaş gibi üzüm sumasından üretilir ve % 50 alkol içerir.
Kulüp ve Altınbaş rakının arasındaki farkı sadece tiryakiler bilir.
Her ikiside Türkiye’ nin en iyi rakıları olma yarışında birbirilerine rakipler.
Altınbaş gibi üzüm sumasından üretilir ve % 50 alkol içerir.
Kulüp ve Altınbaş rakının arasındaki farkı sadece tiryakiler bilir.
Her ikiside Türkiye’ nin en iyi rakıları olma yarışında birbirilerine rakipler.
TEKİRDAG RAKISI
Tiryakiler üzülmesin ama Tekirdağ rakısının Tekele göre hiçbir özelliği yok.Ünüde sadece hurafeden ibaret. Tekelin dediğine göre bu fabrikada standart rakı üretiliyor.
Belki de Tekirdağ’ın suyudur bu rakıya tadını veren. Tekirdağ rakısı % 45 alkol içermektedir.
Tiryakiler üzülmesin ama Tekirdağ rakısının Tekele göre hiçbir özelliği yok.Ünüde sadece hurafeden ibaret. Tekelin dediğine göre bu fabrikada standart rakı üretiliyor.
Belki de Tekirdağ’ın suyudur bu rakıya tadını veren. Tekirdağ rakısı % 45 alkol içermektedir.
YENİ RAKI
Gelgelim Yeni Rakıya. Hacmen %45 alkol içermekte olup alkolun en az % 65′i üzüm sumasından elde edilir.
Yeni Rakının hayatımızda çok önemli bir yeri vardır.
Belkide ilk içtiğimiz rakı belki de hayatımızda en az bir kez içtiğimiz rakı.
Yeni Rakının hayatımızda çok önemli bir yeri vardır.
Belkide ilk içtiğimiz rakı belki de hayatımızda en az bir kez içtiğimiz rakı.
DİP RAKI
Dip Rakısıda ne demeyin. Dip rakısı sadece tekel çalışanlarına ve özel he-diyeler için hazırlanan rakıdır.
Standart rakı üretilirken içinde bulunduğu tanklarda üç katman oluşturur.
Dip Rakısı bu katmanların en altındaki kokusu ve tadı en güzel olan kat-mandan yapılır.
Dip Rakısıda ne demeyin. Dip rakısı sadece tekel çalışanlarına ve özel he-diyeler için hazırlanan rakıdır.
Standart rakı üretilirken içinde bulunduğu tanklarda üç katman oluşturur.
Dip Rakısı bu katmanların en altındaki kokusu ve tadı en güzel olan kat-mandan yapılır.
BOĞMA RAKI: (Tini)
Özellikle Hatayda üzüm incir ve hambelesten yapılan bu rakı anasonlu anasonsuz olarak ikiye ayrılır evlerde yapılan rakı 85 volüm alkollüdür
Özellikle Hatayda üzüm incir ve hambelesten yapılan bu rakı anasonlu anasonsuz olarak ikiye ayrılır evlerde yapılan rakı 85 volüm alkollüdür
KİMLERLE İÇİLİR
Rakı içmeye başlamadan önce sofranızın meyhanedekiler gibi donatmalı-yız. İçeceğimiz insanlara gelince bunlar sevdiklerimiz, arkadaşlarımız, muhabbeti güzel olanlar, hoşgörülü olanlar, dinlemesini bilecek, sizin de onları dinlerken zevk alabileceğiniz hoşgörü sahibi, keyif kaçırmayacak veya aile ortamında ya da kız arkadaşınız olabilir.
Bu sofra insanların birbirlerini anlayabileceği, birbirlerine anlatmak iste-dikleri karşılıklı sevgi ve saygının hakim olduğu bir sofradır.
Rakı içmeye başlamadan önce sofranızın meyhanedekiler gibi donatmalı-yız. İçeceğimiz insanlara gelince bunlar sevdiklerimiz, arkadaşlarımız, muhabbeti güzel olanlar, hoşgörülü olanlar, dinlemesini bilecek, sizin de onları dinlerken zevk alabileceğiniz hoşgörü sahibi, keyif kaçırmayacak veya aile ortamında ya da kız arkadaşınız olabilir.
Bu sofra insanların birbirlerini anlayabileceği, birbirlerine anlatmak iste-dikleri karşılıklı sevgi ve saygının hakim olduğu bir sofradır.
Rakı
içtikten sonra huzursuzluk yaratmak için, kafanız bozuk olduğu zaman
veya birinin hatırı olduğu için içilmemelidir. Rakı insanları
birbirlerine yaklaştırdığı kadar çok fazla da uzaklaştırabilir. Dengeli
demlenmeyi bilmiyorsak ortamımızın tadı kaçar.
Rakı sofrasına otururken ve kalkarken aklımızda olması gereken o masaya gülüp eğlenmek için oturduğumuzdur.
Rakı sofrasında insanlar çok mütevazı ve samimi oldukları için bu masada dostluklar pekişir ve kolay arkadaş edinilir. Eskilerden beri bu şekilde ce-reyan etmiştir. Hala da öyle olduğunu görebiliyoruz. Rakı en güzel aile ortamında içilir.
Rakı sofrasına otururken ve kalkarken aklımızda olması gereken o masaya gülüp eğlenmek için oturduğumuzdur.
Rakı sofrasında insanlar çok mütevazı ve samimi oldukları için bu masada dostluklar pekişir ve kolay arkadaş edinilir. Eskilerden beri bu şekilde ce-reyan etmiştir. Hala da öyle olduğunu görebiliyoruz. Rakı en güzel aile ortamında içilir.
Bu
davranış karı koca arasındaki veya aile fertleri arasındaki bağları
kuv-vetlendirir.Burada anlatılanlar sadece içmesini veya demlenmesini
bilenler içindir.
NASIL İÇİLİR
Eskiden rakı kadehlerde sek olarak içilir ve üzerine bir yudum su alınırdı. Günümüzde ise rakıyı rakı bardağı dediğimiz aslında limonata bardağı olan bardakta sek olarak değil de su ile karıştırarak içiyoruz. Rakı içmenin en büyük püf noktası soğutulmuş rakı, bardak ve soğuk sudan geçer. Aksi takdirde rakı içiminden hiçbir zevk alınmaz.
Çoğu insan rakıyı kendine özgü bir tarzda içer. Kimisi sulandırarak, kimisi sek içerek, kimisi şişesinden içerek keyif almaya çalışır. Büyük çoğunluk ise kendi ağız tatlarına en uygun karışımı hazırlar.
Rakı hazırlanırken dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta da bardağa önce rakı, sonra su, son olarak da buz konulmasıdır. Rakıyı sulandırmadan üzerine buz konulursa rakının aroması kristalleşir ve rakının tadı bozulur. Rakı meze ile birlikte yudum,yudum ve yavaş içilir.
Demlenmek rakı içerken kullanılan bir kelimedir. Bunun sebebi çayın rengi ve kokusu suya sinerek içilecek kıvamı almasıdır. Atalarımız da buradan yola çıkarak rakı masasında demlenme sözcüğünü kullanır. Rakı sofrasında demlenmek ve sarhoş olmayı birbirinden ayırt edebilmek gerekir. Bu yüzden rakı içmek özen gerektiren bir iş olduğundan sadece içmesini bilenle içilir. Rakı içen herkes kendi ayarını kesinlikle bilir. Sınırları zorlamaya başladığımızda bu işe dur demeyi bilmeliyiz. Rakıyı bilinçli olarak tadını seviyorsak içmeliyiz. Rakı hiçbir zaman sarhoş olmak için içilecek bir içki değildir. Çünkü bunun sonuçları çok kötü olabilir. Eğer rakı masasında biz ve karşımızdakiler dengeli demlenebiliyorsak ne mutlu bize.
Rakı yalnız başına içilmeyip arkadaşlar veya dostlarla birlikte içilir. Çünkü rakı masaları sohbetlerin yapıldığı, hikâyelerin anlatıldığı, hem dinleyici hem konuşmacı olduğumuz bir ortamdır. Bu sanki bir grup terapisine benzer. Ayrıca rakı masasında herkes birbirine saygılı olmak zorundadır.
NE ZAMAN İÇİLİR
Eskiden rakı kadehlerde sek olarak içilir ve üzerine bir yudum su alınırdı. Günümüzde ise rakıyı rakı bardağı dediğimiz aslında limonata bardağı olan bardakta sek olarak değil de su ile karıştırarak içiyoruz. Rakı içmenin en büyük püf noktası soğutulmuş rakı, bardak ve soğuk sudan geçer. Aksi takdirde rakı içiminden hiçbir zevk alınmaz.
Çoğu insan rakıyı kendine özgü bir tarzda içer. Kimisi sulandırarak, kimisi sek içerek, kimisi şişesinden içerek keyif almaya çalışır. Büyük çoğunluk ise kendi ağız tatlarına en uygun karışımı hazırlar.
Rakı hazırlanırken dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta da bardağa önce rakı, sonra su, son olarak da buz konulmasıdır. Rakıyı sulandırmadan üzerine buz konulursa rakının aroması kristalleşir ve rakının tadı bozulur. Rakı meze ile birlikte yudum,yudum ve yavaş içilir.
Demlenmek rakı içerken kullanılan bir kelimedir. Bunun sebebi çayın rengi ve kokusu suya sinerek içilecek kıvamı almasıdır. Atalarımız da buradan yola çıkarak rakı masasında demlenme sözcüğünü kullanır. Rakı sofrasında demlenmek ve sarhoş olmayı birbirinden ayırt edebilmek gerekir. Bu yüzden rakı içmek özen gerektiren bir iş olduğundan sadece içmesini bilenle içilir. Rakı içen herkes kendi ayarını kesinlikle bilir. Sınırları zorlamaya başladığımızda bu işe dur demeyi bilmeliyiz. Rakıyı bilinçli olarak tadını seviyorsak içmeliyiz. Rakı hiçbir zaman sarhoş olmak için içilecek bir içki değildir. Çünkü bunun sonuçları çok kötü olabilir. Eğer rakı masasında biz ve karşımızdakiler dengeli demlenebiliyorsak ne mutlu bize.
Rakı yalnız başına içilmeyip arkadaşlar veya dostlarla birlikte içilir. Çünkü rakı masaları sohbetlerin yapıldığı, hikâyelerin anlatıldığı, hem dinleyici hem konuşmacı olduğumuz bir ortamdır. Bu sanki bir grup terapisine benzer. Ayrıca rakı masasında herkes birbirine saygılı olmak zorundadır.
NE ZAMAN İÇİLİR
Akşam diyordun işte oldu akşam
Kur bakalım çilingir soframızı
Dinsin artık bu kalp ağrısı
Birçok şairin de dediği gibi güneş battıktan sonra içilir. Akşamın karanlı-ğında günün üzerimizde bıraktığı etkiyi azaltmak, rahatlamak ve biraz olsun dertlerimizden uzaklaşmak için içilir.
Aynı zamanda akşam olduğunda her şey görmek zorunda kalmayız. Ca-nımızın istediklerini, kalbimizin hissettiklerini, kısacası görmek istedikle-rimizi görürüz.
Rakı içerken mevsimlerin de farklı etkileri oluşur insan üzerinde. Örneğin bir ilkbahar akşamında ırmak kenarında suyun sesini dinlerken…Kışın ça
tıya vuran yağmurun sesini dinlerken… Sıcak bir yaz akşamında arkadlarımızla bir araya geldiğimizde, rüzgarlı bir sonbahar gününde dö-külen yaprakları izlerken içilen rakılar damağımızda hep farklı tatlar bırakır.
Kur bakalım çilingir soframızı
Dinsin artık bu kalp ağrısı
Birçok şairin de dediği gibi güneş battıktan sonra içilir. Akşamın karanlı-ğında günün üzerimizde bıraktığı etkiyi azaltmak, rahatlamak ve biraz olsun dertlerimizden uzaklaşmak için içilir.
Aynı zamanda akşam olduğunda her şey görmek zorunda kalmayız. Ca-nımızın istediklerini, kalbimizin hissettiklerini, kısacası görmek istedikle-rimizi görürüz.
Rakı içerken mevsimlerin de farklı etkileri oluşur insan üzerinde. Örneğin bir ilkbahar akşamında ırmak kenarında suyun sesini dinlerken…Kışın ça
tıya vuran yağmurun sesini dinlerken… Sıcak bir yaz akşamında arkadlarımızla bir araya geldiğimizde, rüzgarlı bir sonbahar gününde dö-külen yaprakları izlerken içilen rakılar damağımızda hep farklı tatlar bırakır.
NEREDE İÇİLİR
Türkiye’
de rakı başta mey-hane olmak üzere, barda, restoranda, piknikte,
otel-lerde ve tabii ki evde içilir. Farklı yerlerde rakı içmenin farklı
adapları vardır.
Meyhane, mey (şarap) ve hane kelimelerden türe-miştir. Türkiye’nin dört bir yanında İstanbul meyhane-leri kendilerine özgü üslup-ları ile ünlenmişlerdir. Meyhanenede tüm Mezeler bulunur.
Buralarda restoranlardaki gibi mezeler mönüden değil görerek seçilir. Meyhane gelen donatmak deyimi çok kullanılır. Meyhane saygılı bir ortam ve her müşteri bir kraldır. Meyhanelerde insanları eklerine göre sof-rayı
Meyhane, mey (şarap) ve hane kelimelerden türe-miştir. Türkiye’nin dört bir yanında İstanbul meyhane-leri kendilerine özgü üslup-ları ile ünlenmişlerdir. Meyhanenede tüm Mezeler bulunur.
Buralarda restoranlardaki gibi mezeler mönüden değil görerek seçilir. Meyhane gelen donatmak deyimi çok kullanılır. Meyhane saygılı bir ortam ve her müşteri bir kraldır. Meyhanelerde insanları eklerine göre sof-rayı
rahatsız
etmeyecek şekilde Türk Sanat Müziği çalınabi-lir. Günümüzde
meyhane-lerde maç ve at yarışları iz-leyen insanları görmek bizi üzüyor.
Bar ortamları kalabalık, yüksek sesli müzik olduğundan rakı içmek için bir mekan değildir. Barlarda çoğunlukla Amerikan bar kulla-nıldığından bu masalarda da rakı içmek uygun değildir.
Restoranlar meyhanelerle aynı işi yapmalarına rağmen bu gibi yerler kendilerini bir üst düzeyde görüyorlar. Buralarda rakı içmek meyhanelerdeki kadar keyifli olmaz.
Rakı içmek için bir diğer ortamsa doğadır. Pikniğe gittiğimizde ızgara yapılır, peynir ve domates gibi çok güzel mezelerimiz olur ya-nımızda. Türkiye’de piknik yapmak için genel-likle şehir dışına çıkmak zorunda kalırız. Bu gibi yerlere yürüyerek gidilmesi zor olduğundan arabayı giderken biz, dönüşte de rakı yerine kola içen bir arkadaşımızın kullanması iyi olur. Bir de halk arasında açık havada rakı insanı çarpmaz şeklinde bir söylenti vardır. Bu kesinlikle yanlış ve yapılmaması gerekir. Çün-kü alkol güneş altında insanı fazla etkiler.
Bar ortamları kalabalık, yüksek sesli müzik olduğundan rakı içmek için bir mekan değildir. Barlarda çoğunlukla Amerikan bar kulla-nıldığından bu masalarda da rakı içmek uygun değildir.
Restoranlar meyhanelerle aynı işi yapmalarına rağmen bu gibi yerler kendilerini bir üst düzeyde görüyorlar. Buralarda rakı içmek meyhanelerdeki kadar keyifli olmaz.
Rakı içmek için bir diğer ortamsa doğadır. Pikniğe gittiğimizde ızgara yapılır, peynir ve domates gibi çok güzel mezelerimiz olur ya-nımızda. Türkiye’de piknik yapmak için genel-likle şehir dışına çıkmak zorunda kalırız. Bu gibi yerlere yürüyerek gidilmesi zor olduğundan arabayı giderken biz, dönüşte de rakı yerine kola içen bir arkadaşımızın kullanması iyi olur. Bir de halk arasında açık havada rakı insanı çarpmaz şeklinde bir söylenti vardır. Bu kesinlikle yanlış ve yapılmaması gerekir. Çün-kü alkol güneş altında insanı fazla etkiler.
RAKINAME
İçmesinin bilene Zevk-u sefadır.İçme’yi bil-meyene
Cevr-ü cefadır rakı.
Bir münasip mikdarı
Muhabbet anahtarı
Kaçırırsan ayarı
Can’a ezadır rakı.
Ne dert kalır, ne ke-der,
İçeni mes’ut eder.
İçebilirsen Eğer
Ruhu ciladır rakı.
Ham ervahsan ya-naşma
Arif’sen ondan şaşma,
İç ama, haddi aşma
Ferahfezadır rakı.
Yarattığı ahengi,
Ne saz verir ne çengi,
Terbiyenin mihengi
Dense sezadır rakı.
Beyaz peynir, doma-tes,
Yanına bir kavun kes,
Çiğ köfteyle ne enfes
Bir iptiladır rakı.
Biraz tuzlu leblebi,
Kadehin billur leb’i,
Dudakları öpmeli,
Yoksa hebadır rakı.
Ehli kemal olanaZevkle hem’hal olana,
Sohbette tad bulana,
Yar’ı vefadır rakı. Misten ala kokusu,
Ana sütü gibi su,
Şu ki sözün doğrusu
Müstesna ma’dır rakı.
Dost bezminde sohbette
Neşe-i muhabbette
Her manevi lezzete
Bir vasıtadır rakı.
Nükte, cinas anlayan
Ahengi-i bezm’e uyan,
İçip zırvalamayan,
İşte o’nadır rakı.
Eşek içince zırlar,
Köpek içerse hırlar
Kedi içse tırmalar,
İnsanlar’adır rakı.
Al kadehi eline,
Dokun gönül teline,
Muhabbet alemine,
Bir merhabadır rakı.
Adabı, erkanı var,
Zamanı mekanı var,
Kimin ki iz’anı var,
O na şifadır rakı.
Vefa kırgınlarına Gönül dargınları-na,Hayat yorgunlarına,
Haza devadır rakı.
Mirkelamoğlu der ki:
Had bilmezsen eğer ki,
Öyle rüsva eder ki,
Başa beladır rakı. Necip Mirkelamoğlu
İçmesinin bilene Zevk-u sefadır.İçme’yi bil-meyene
Cevr-ü cefadır rakı.
Bir münasip mikdarı
Muhabbet anahtarı
Kaçırırsan ayarı
Can’a ezadır rakı.
Ne dert kalır, ne ke-der,
İçeni mes’ut eder.
İçebilirsen Eğer
Ruhu ciladır rakı.
Ham ervahsan ya-naşma
Arif’sen ondan şaşma,
İç ama, haddi aşma
Ferahfezadır rakı.
Yarattığı ahengi,
Ne saz verir ne çengi,
Terbiyenin mihengi
Dense sezadır rakı.
Beyaz peynir, doma-tes,
Yanına bir kavun kes,
Çiğ köfteyle ne enfes
Bir iptiladır rakı.
Biraz tuzlu leblebi,
Kadehin billur leb’i,
Dudakları öpmeli,
Yoksa hebadır rakı.
Ehli kemal olanaZevkle hem’hal olana,
Sohbette tad bulana,
Yar’ı vefadır rakı. Misten ala kokusu,
Ana sütü gibi su,
Şu ki sözün doğrusu
Müstesna ma’dır rakı.
Dost bezminde sohbette
Neşe-i muhabbette
Her manevi lezzete
Bir vasıtadır rakı.
Nükte, cinas anlayan
Ahengi-i bezm’e uyan,
İçip zırvalamayan,
İşte o’nadır rakı.
Eşek içince zırlar,
Köpek içerse hırlar
Kedi içse tırmalar,
İnsanlar’adır rakı.
Al kadehi eline,
Dokun gönül teline,
Muhabbet alemine,
Bir merhabadır rakı.
Adabı, erkanı var,
Zamanı mekanı var,
Kimin ki iz’anı var,
O na şifadır rakı.
Vefa kırgınlarına Gönül dargınları-na,Hayat yorgunlarına,
Haza devadır rakı.
Mirkelamoğlu der ki:
Had bilmezsen eğer ki,
Öyle rüsva eder ki,
Başa beladır rakı. Necip Mirkelamoğlu
Meyhane Tarihi
Meyhane kültürü Liman kültürünün bir parçası olarak süregelmistir.
Çünkü gemiciler indikleri limanda bekarlardır. İçe-rek geçirecekleri
vakitleri ve nakitleri vardır.
Çünkü gemiciler indikleri limanda bekarlardır. İçe-rek geçirecekleri
vakitleri ve nakitleri vardır.
Türkler
İstanbul’u ve Galata’yı aldıkları zaman zaten liman olan bu şehrin
meyhaneleri de dünya ölçülerindeydi. 16. Yüzyıl yazarlarından
Kastamonu’lu Latifi “Tarifname-i İstanbul” adlı eserinde İstanbul
meyhanelerinin özellikle Tahtakale’de toplandığını, Galata’nın ise
“serapa meyhane” olduğunu kaydeder.
Müslüman
halk genel olarak içki konusundaki dinsel yasaklara bağlıydı ama,
Müslüman olmayanların adetlerine karışılmazdı. Galata başta olmak üzere
gayrimüslümlerin yoğun olduğu mahallelerde birçok meyhane vardı ve bu
meyhanelerin müşterilerinin bir kısmı kaçamak yaparak gelen Müslümanlar
oluşturuyordu. Keyif için içilip yenilen yerler olan meyhaneler de bütün
işyerleri gibi lonca düzenine bağlıydı.
Fatih’in
saltanat dönemi (1451 – 1481) İstanbul’un imarıyla ve yerleşimi ile
geçmişti. Oğlu II. Beyazıt (1481 – 1512) zevk ve eğlenceye düşkünlüğü,
dolayısıyla sanatı teşvik etmişti. Bu dönemde meyhaneler fazlalaşmıştır.
II. Beyazıt’ın oğlu Yavuz Selim (1512 – 1520) sırasında meyhaneler daha
da fazlalaşmış, sarhoşluk İstanbul’da daha da yaygınlaşmıştır. Sultan
Süleyman (1520 – 1566) taht’a çıktıktan sonra içki kullanımını
yasakladı. II. Selim zamanında (1566 – 1574) Damat İbrahim Paşa ve
çevresinin de teşvikiyle meyhaneler yeniden açılmış zevk ve eğlence
dönemi yeniden başlamıştır. Nitekim 7 Ekim 1573′de Müslüman
mahallelerine dahi meyhane açıldığı bildirimine karşılık bunun
durdurulması için ferman çıkartılmıştır.
Saray
hamamındaki bir zevk aleminde düşerek yaşamını yitiren II. Selim’den
sonra tahta çıkan oğlu III. Murat zamanında (1574 – 1595) 13 Mart
1576′da çıkartılan ferman ile Müslüman mahallelerinde olmaması kaydı ile
meyhaneler yine işlevlerine serbestçe devam ediyorlardı.
III.
Murat bu defa Müslümanların Hiristiyan mahallelerindeki meyhanelere
dadandığına bizzat şahit olunca içki yasağı koydu (14 Mart 1583). Ancak,
bir süre sonra askerlerin içki içme yasağı, askerlerin dayatmaları
sonucunda kaldırılınca asker olmayanlar da içki içmeyi sürdürdüler.
Komutan içkiyi yasakladı ve duvara “Alkol öldürür”
diye yazdırdı.
Ertesi sabah, bu yazının altına bir cümle eklenmişti:
“Asker ölümden korkmaz”.
Komutan içkiyi yasakladı ve duvara “Alkol öldürür”
diye yazdırdı.
Ertesi sabah, bu yazının altına bir cümle eklenmişti:
“Asker ölümden korkmaz”.
Eremya Çelebi Kömürcüyan 17. Yüzyılda İstanbul Tarihi adlı kitabında Kasımpaşa’yı anlatırken :
“İleride Yahudi evleri ve onların iki tarafında “oda”lar görülür. Bu evler sahildedir ve altlarında dükkanlar vardır. Burada misafirler için balık pişirilir ve onlara turşu ve kurutulmuş mersin ve morina balıkları ikram edilir. Yahudi kasapları ve MİSKET ARAK’ının (Rakının) satıldığı koltuklar da oradadır.”
“İleride Yahudi evleri ve onların iki tarafında “oda”lar görülür. Bu evler sahildedir ve altlarında dükkanlar vardır. Burada misafirler için balık pişirilir ve onlara turşu ve kurutulmuş mersin ve morina balıkları ikram edilir. Yahudi kasapları ve MİSKET ARAK’ının (Rakının) satıldığı koltuklar da oradadır.”
Anlamaktayız
ki şimdinin benzerleri boğaz lokantaları eski-den haliç kıyısında yer
alırmış. Ve 17. Yüzyılda rakı hem de misket üzümünden yapılma olarak bu
evlerde demcilere su-nulurmuş. Büyük büyük büyük dedemiz aşağıda demini
aldıktan sonra belki de yukarıdaki odalara çıkardı.
İstanbul
meyhaneleri bulundukları yerlere, sahiplerine, dükkanın üzerine ünvan
levhası yerine asılan tahta veya madeni kayık, kule,hançer gibi alameti
farikaları, ya da içinde havuz fıskiye bulundurma özelliklerine göre
adlandırılırlardı. Söz gelimi : Hançerli, Kürkçü Hanı, Yahudi, Kandilli
v.s. Bu alametlerden bazıları Yeniçeri ocaklarının alametleriydi. Bu
meyhanelerin akşamcı müşterileri ve semtlerine göre Yeniçeri akşamcıları
“Dayı” ünvanıyla herkesten daha fazla hürmet görürlerdi. Tersanecilerle
topçular Kasımpaşa’dan Fındıklı ve Salıpazarı’na kadar uzanan
meyhanelerin müşterileriydi. Kayıkçı, hamal, tellak takımı ve
İstanbul’un baldırı çıplak külhanileri bu meyhanelere giremezdi;
uğrasalar da meyhane ak-şamcılarının bulunmadığı zamanlarda ayakta içip
giderlerdi. Bu meyhanelere “Gedikli Meyhaneler” denirdi. Abdülaziz
döneminin sonlarına doğru bunlara “Selatin Meyhaneler” denmeye başlandı.
Meyhane gedikleri kurulduktan sonra ayak takımının gittiği yerler
“Koltuk Meyhanesi” denilen kaçak yerler, gizlice içki satan ara sokak
bakkalları ve manavlarıydı. Koltuk meyhanelerinin bir kısmı ise “Kibar
koltukları”ydı. Buralara evine içki sokmayan memur ve katip takımı
gelirdi.
Karısı : “Ya ben, ya rakı” demiş.
Adam hamal çağırıp, rakıları yatağa taşıtmış ! ..
Adam hamal çağırıp, rakıları yatağa taşıtmış ! ..
Ayak
takımı için küçük “koltuk”lardan başka bir de “Ayaklı Meyhaneler”
vardı. Ayaklı meyhaneler seyyar içki satıcılarıydı; çoğunluğu
Ermeni’ydi. Bunların dükkanı, tezgahı, fıçısı, ustası, sakisi
kendisiydi. Bellerine ucu musluklu, rakı veya şarapla doldurulmuş gayet
uzun bir koyun bağırsağı sararlar, sırtlarında bir cüppe, cüppe’nin iç
cebinde de bir kadeh olurdu. Omuzlarına da alamet olarak birer peşkir
atarlardı. Ayaklı meyhaneler en çok Bahçekapı, Yemiş İskelesi, Galata ve
civarında dolaşırlardı. Müşterilerini gördükleri zaman etrafı
kollayacak bir bakkal veya manav dükkanına girer, kuşağının arasından
kadehi doldurup peşisıra gelen müşterisine vücudunun sıcaklığıyla
ısınmış içkiyi sunarlardı. Kadehi bir yudumda yuvarlayan baldırı çıplak
ayyaş, bir üzüm tanesini ya da mevsimine göre bir başka meyveyi meze
yapardı. Çoğu da elinin tersiyle ağzını silip gider, buna da “yumruk
mezesi” denilirdi.
İstanbul’un
gedikli meyhaneleri mutfaklarının temizliği ve aşçılarının da özellikle
balık ve et yemeklerindeki hünerleri ile meşhurdu. “Gediklilerin
sunduğu külbastı ve etli yaz türlüsünü (güveç) konak aşçıları yapamaz”
denilirdi. Gediklilerin geniş ve yüksek tavanları genelde direklerle
tutturulurdu. Orta direğin dibinde bulunan büyük bir tuzlu balık
(sardalya) fıçısı da bu tür meyhanelerin özelliklerinden biriydi. Tuzlu
balıklar fıçılarla Malta veya Ege adalarından getirilirdi.
Temizliğine
çok dikkat edilirdi meyhanelerin. Bardaklar ve kadehler temiz bezlerle
kurulanıp parlatılırdı. Yerler dikkatle süpürülür, sofralar gıcır gıcır
silinirdi. Sofralarda akşamcılara hizmet eden uşaklar ve çubuktar
çocuklar tertemiz giyinirlerdi. Sofralara toprak şamdanlar koyulur,
mumları dikilip hazırlanır, etrafına da meze tabakları dizilirdi. Bir de
kütükten oyma tuzluk bulunurdu her sofrada bereket simgesi olarak.
Sandalyeler genellikle kısa, ahşap ayaklı olup, oturma yeri hasırdandı.
Gediklilerin
tezgah başı müşterileri “dört kaşlı” denilen ve akşamcı olan ağaları,
ustaları ile karşılaşıp yüz göz olmak istemeyen esnaf kalfaları ve
çıraklarıydı. Fasulye piyazı, lahana turşusu ve kırık leblebi gibi meze
ve çerezler tezgah başında sürekli bulunurdu. Rakı ve şarap önce
kabaktan, sonraları ise metalden veya camdan yapılmış “karnından işeyen”
ibriklerle sunulurdu. Müşteri meyhaneye geldiğinde masa meze
tabaklarıyla donatılmış, içki kadehleri yerleştirilmiş olurdu.
Meyhanecinin masaya buyur etmesi ile ısınan fakat ancak masadaki mumu
yaktıktan sonra başlayan bu demlenme saatler sürerdi. Masaya müşteri
oturduğunda hazır bulunan mezeler için para alınmaz, içki ve ayrıca
sipariş edilen mezelerin parası alınırdı. Ramazanda meyhaneler
kapatılırdı. Bayram arifesinde meyhaneciler gedikli müşterilerinin
evlerine midye veya uskumru dolma gönderirlerdi. Buna “unutma bizi
dolması” denilirdi.
Meyhane
kapanma vakti geldiğinde ise müdavimlerin gönderilmesi ayrı bir
meyhanecilik yeteneği gerektirirdi. Masalara eğilerek “yaylanmak vakti”
hatırlatılır. “Küfelik” olanlar için dışarıda bekleyen hamallar işe
davet edilirdi. Eve gitmek için küfeye ihtiyacı olmak “dut gibi
olduğunun” kanıtı olurdu.
Meyhaneci geç vakit meyhaneyi kapayıp evine gitti.
Bitkin bir halde yatağına gireceği sırada telefon çaldı.
Bitkin bir halde yatağına gireceği sırada telefon çaldı.
Telefondaki sarhoş sesi :
- Meyhaneci, dedi. Kaçta açacaksın meyhaneyi ?
- Yahu daha yeni kapadım. İstediğim zaman açarım.
Hem açsam da seni içeri almam.
Telefondaki sarhoş :
- Ben içeri girmek değil, dışarı çıkmak istiyorum.
- Meyhaneci, dedi. Kaçta açacaksın meyhaneyi ?
- Yahu daha yeni kapadım. İstediğim zaman açarım.
Hem açsam da seni içeri almam.
Telefondaki sarhoş :
- Ben içeri girmek değil, dışarı çıkmak istiyorum.
Samatya’dan Yedikule’ye giderken yol üzerinde solda “Safa”
meyhanesi işte zamanımıza Osmanlı’nın son döneminden,
meyhane yapı şekli ve iç düzenlemesiyle, kalmış yegane
meyhane olarak hala faaliyetini sürdürmektedir.
meyhanesi işte zamanımıza Osmanlı’nın son döneminden,
meyhane yapı şekli ve iç düzenlemesiyle, kalmış yegane
meyhane olarak hala faaliyetini sürdürmektedir.
Tütün ve kahve yasağıyla birlikte içki yasağının da
en şiddetli uygulandığı dönemin IV. Murat dönemi
olduğunu biliyoruz. Gariptir ki, bu padişahın kendisi de
tarihimizin namlı içkicilerinden biriydi; ayyaşların piri sayılan
Yorgancı Ahmet Efendi’nin oğlu Bekri Mustafa da aynı dö-nemde
yaşadı. Bu dönemde anlatılan ve günümüze kadar gelen
fıkraların çoğunda ikisinin adının geçmesi yalnızca rastlantı
olmasa gerek !..
en şiddetli uygulandığı dönemin IV. Murat dönemi
olduğunu biliyoruz. Gariptir ki, bu padişahın kendisi de
tarihimizin namlı içkicilerinden biriydi; ayyaşların piri sayılan
Yorgancı Ahmet Efendi’nin oğlu Bekri Mustafa da aynı dö-nemde
yaşadı. Bu dönemde anlatılan ve günümüze kadar gelen
fıkraların çoğunda ikisinin adının geçmesi yalnızca rastlantı
olmasa gerek !..
Söz gelimi, yine ikisinin arasında geçen sandallı fıkra,
hem içkinin etkilerini, hem de dönemin havasını yansıtması
bakımından oldukça çarpıcı :
hem içkinin etkilerini, hem de dönemin havasını yansıtması
bakımından oldukça çarpıcı :
IV. Murat koyduğu yasaklara uyulup uyulmadığını bizzat kendisi
kontrol etmeye meraklı bir padişah olduğu için, yine bir gün
kıyafet değiştirerek bir sandala biner. Amacı sahil şeridinde
içki içilip içilmediğini kontrol etmektir. IV. Murat’ı tanımayan
sandalcı arada bir cebinden bir şişe çıkartıp yudumlamaya
başlayınca, padişah sorar :
kontrol etmeye meraklı bir padişah olduğu için, yine bir gün
kıyafet değiştirerek bir sandala biner. Amacı sahil şeridinde
içki içilip içilmediğini kontrol etmektir. IV. Murat’ı tanımayan
sandalcı arada bir cebinden bir şişe çıkartıp yudumlamaya
başlayınca, padişah sorar :
- “Nedir o içtiğin ? ”
Sandalcı Bekri Mustafa’nın ta kendisidir;
kendini kolay ele vermez.
- “Kuvvet şurubu” der. “Ben bundan iki yudum çekince
kendimi aslan gibi hissediyorum. Kürek çekmek vız geliyor”.
Sandalcı Bekri Mustafa’nın ta kendisidir;
kendini kolay ele vermez.
- “Kuvvet şurubu” der. “Ben bundan iki yudum çekince
kendimi aslan gibi hissediyorum. Kürek çekmek vız geliyor”.
Padişah tadına bakmak isteyince, Bekri Mustafa,
nasılsa denizin ortasındayız, bizi kim yakalayacak,
diye düşünüp şişeyi uzatır.
Padişah iki yudum alır almaz, kükrer :
- “Bre zındık ! Bu şarap. Şarap içmeyi
yasakladığımı bilmiyor musun ?
nasılsa denizin ortasındayız, bizi kim yakalayacak,
diye düşünüp şişeyi uzatır.
Padişah iki yudum alır almaz, kükrer :
- “Bre zındık ! Bu şarap. Şarap içmeyi
yasakladığımı bilmiyor musun ?
Bekri Mustafa şaşırır :
- “Sen kimsin ki, içkiyi yasaklıyorsun ?” der.
- “Ben IV. Murat’ım !..” yanıtını alınca, Bekri Mustafa
küreği kaptığı gibi ayağa fırlar.
- “Şimdi atarım seni denize, daha iki yudum aldın,
kendini IV. Murat sanmaya başladın. İki yudum
daha alsan, Dünyayı ben yarattım diyeceksin”.
- “Sen kimsin ki, içkiyi yasaklıyorsun ?” der.
- “Ben IV. Murat’ım !..” yanıtını alınca, Bekri Mustafa
küreği kaptığı gibi ayağa fırlar.
- “Şimdi atarım seni denize, daha iki yudum aldın,
kendini IV. Murat sanmaya başladın. İki yudum
daha alsan, Dünyayı ben yarattım diyeceksin”.
Türkiye’nin
kültür, sanat ve eğlence başkenti… Ve eğlence hayatı denilince de ilk
akla gelen elbette meyhaneler olmakta. Şimdi sizlerle İstanbul’da
meyhanelerin tarihine kısa bir yolculuğa çıkacağız…Öncelikle “meyhane”
sözcüğünün Farsça’dan geldiğini ve “şarap içilen yer” anlamına geldiğini
belirterek başlayalım söze.İstanbul’da meyhanelerin tarihi Bizans’a
kadar dayanmakta. Bizans döneminde şehrin çeşitli semtlerinde meyhaneler
bulunmaktaymış. Şarap içilen bu meyhaneler Osmanlı döneminde giderek
çoğalmış. Osmanlı padişahlarının çeşitli dönemlerde koydukları “içki
yasakları”na rağmen, “inadına” yaşayan mekânlar olmuş,
meyhaneler.Osmanlı döneminde, Kanuni Sultan Süleyman, I.Ahmet, IV.Murad
ve III.Selim tarafından içki yasağı konulmuşsa da meyhanelerin azalması
bir türlü mümkün olmamış. Reşat Ekrem Koçu içki yasağını şöyle
anlatır:”Memleketimizde devir devir konulmuş, şiddetle takip edilmiş,
göz yumulup unutulmuş, sonra tekrar konulmuş ve son zamanlara kadar
devam etmiş yasaklardan biri alkollü içkiler yasağıdır. Hattâ Cumhuriyet
devrinde bile, 1946 ve 1950 bir dereceli mebus seçimi günlerinde yirmi
dört saat için içki yasağı konulmuştur.” İçki yasağı bahsini IV.Murad
döneminde geçen bir fıkra ile noktalayalım. Reşat Ekrem Koçu’dan
aktarıyoruz: “İçki yasağının en amansız devri, IV.Murad zamanı olmuştu.
Ne kadar garip bir tesadüftür ki ayyaşların piri Bekri Mustafa da o
devirde yaşamıştır. (…) Mustafa Üsküdar iskelesinde kayıkçılık yaparken,
bir gün Sultan Murad ile Sadrazam Bayram Paşa tebdil gelirler ve mahsus
koca ayyaşın kayığına binerler, sahilden bir hayli açılınca, kayıkçı
rakı destisini dikip birkaç yudum içer. Sultan Murad: – Baba destiyi
uzat, bir yudum su da ben içeyim! der. Mustafa, güler: – Sen içemezsin
oğul, içindeki su değil, rakı! der… Padişah: – Niye içemeyelim? deyince
-Tahammül edemezsiniz, belli olur, hem kendinizi hem beni yakarsınız!.,
der. Beriki ısrar edince destiyi uzatır… Yol ala-dursunlar, desti elden
ele dolaşır… Bir ara Sultan Murad: – Baba, sen Padişah yasağından
korkmaz mısın?., diye sorar… Bekri Mustafa: -Korkarım, amma Padişah beni
burada nerden görecek? der. Padişah: – Ya ben haber verirsem? deyince –
Veremezsin, sen de içtin, kellelerimiz beraber düşer! cevabını verir.
Bunun üzerine çakır keyf olan hükümdar: – Ya ben Padişah, bu adam da
Sadrazam Bayram Paşa ise!., deyince, Bekri Mustafa kürekleri bırakıp
kahkahayı atar: – Seni köftehor… Ben demedim mi tahammül edemezsin
diye!. Şunun şurasında iki yudum rakı içtiniz, biriniz Padişah, biriniz
vezir olmağa kalktınız!, der!”Osmanlı’da meyhane denilince Galata
gelirmiş akla… Eski Galata meyhanelerini Orhan Türker’in Galatadan
Karaköy’e isimli kitabının “Galata Meyhaneleri” bölümden birlikte
okuyalım: “Reşat Ekrem Koçu, Galata meyhaneleri için şunları yazmıştır:
‘Yakın zamana kadar halkın çoğunluğu Rumlarla Frenklerin teşkil ettiği
Galata, İstanbul’un fethinden bu yana yüzyıllar boyunca meyhanelerin
çokluğu, büyüklüğü hepsi Rum milletinden meyhanecilerinin de işret
erbabının keyfine uygun hizmetleri pek iyi bilmeleri ile meşhurdu!’
(…)I.N.Karavia’nın 1933 yılında İstanbul’da Rumca olarak basılan “Allote
Ke Tora” isimli kitabında Galata meyhanelerinden şu şekilde söz
edilmektedir: “Eski Galata’da çok sayıda meyhane vardı. Meyhanelerin
egemenliği tabiatıyla akşam saatlerinde başlardı. Meyhaneler o zamanın
kanunlarına göre alaturka saatle 1.30′a kadar açık kalabilirlerdi. Bu
saat aşılırsa ağır cezalar vardı. Ancak meyhanecinin açgözlülüğü ya da
müşterilerin bir türlü gitmek istememelerinden dolayı kanuni süre çok
zaman aşılırdı. Bu meyhanelerde çok miktarda duziko (rakı) ve mastika
(sakız rakısı) tüketilirdi. Kapanma saatine yakın meyhaneci son mezeleri
getirip hesapları toplardı. Bu son meze genellikle pastırma veya
sahanda kaşar peyniri olurdu. Son mezenin servisi müşteriye kibarca
gitme vaktinin geldiğini hatırlatırdı.” 1830′ların İs-tanbul’unda
Yedikule, Samatya, Kocamustafapaşa, Langa, Kumkapı, Fener, Balat,
Galata, Ortaköy Arnavutköy, Tarabya, Büyükdere, Çengelköy, Üsküdar ve
Kadıköy meyhaneleriyle ünlü olan semtlermiş… Bu dönemde meyhanelerde
genellikle şarap içilirmiş… Rakının yavaş yavaş şarabı gerilerde
bıraktığı yıllar 1850′li yıllar olmuş. Meyhaneler şarap içilen yerler
olmaktan çıkarak, çoğunlukla rakı içilen mekânlara dönüşmüş.O yılların
meyhanelerini bir İstanbul aşığı olan yazar Sermet Muhtar Alus şöyle
anlatmakta, “Eski Meyhane Alemleri” başlıklı yazısında: “Yenikapı’daki
Sandıkburnu ile Langa’daki Maksud’un meyhanesini unutmak kabil midir?
Sandıkburnu o vakitler, devrin kibarlarının rakı içtikleri yegâne
yeridir. Yazın, mehtaplı gecelerde, yüz elli metre kadar denize doğru
uzanan salaş gazinolar hıncahınç dolar, oturacak yer bulunamazdı.
Bunların içinde Artin’in gazinosu, mezelerin nefaseti itibariyle en
mükemmellerinden ve en çok müş-terisi olanlardandı. Hele damadı Aris’in
yaptığı fasulye pilakisi ile ciğer tavasının emsali yok. Seyyar
mezecilerden Onnik de buranın maruf simalarındandır! “1920′lerdeyiz…
işgal altındaki İstanbul’da araştırma yapan Amerikan Bilim Heyeti’nin
yazdıklarına göre İstanbul’daki birahaneler ve meyhaneler uluslar
itibariyle gruplara ayrılmış. On sekiz ulustan insanın işlettiği toplam
257 lokanta, 31 kafe, 471 birahane arasında örneğin, İngilizlerin bir
lokantası, Rumların 171 lokantası, 26 kafesi, 444 birahanesi,
Çekoslovakların 2 lokantası, Almanların 2 lokantası, Ermenilerin 13
lokantası, 1 kafesi, 15 birahanesi bulunurken Türklerin ise 35 lokantası
ve 4 birahanesi mevcutmuş.Geldik Cumhuriyet dönemine… Bu dönemde
Galata’da ki meyhaneler yavaş yavaş kapanmış, Beyoğlu’nda ise yeni
meyhaneler açılmaya başlanmış. Asmalımescitte, Çiçek Pasajı ve Krepen
Pasajı içinde 1930′lardan itibaren açılan bu meyhaneler 1960′lı yıllara
kadar popülerliğini yitirmemiş.Haldun Taner’in “dünyanın en civcivli
meyhanesi” olarak nitelendirdiği Çiçek Pasajı, 1978 yılında çökene kadar
popülerdi. Banker Hristaki Zografos Efendi tarafından 1876 yılında
“Cite de Pera” adıyla yaptırılan ve sonradan “Çiçek Pasajı” ismini alan
bina; 18 lüks daireden ve Paris modasına uygun bir tarzda döşenmiş 24
dükkandan oluşmaktaydı. Haldun Taner şöyle anlatmıştı pasajı. “Çiçek
Pasajı, sade Beyoğlu’nun değil, belki dünyanın da en civcivli meyhanesi
idi. Her Tanrı’nın günü bu pasaj sabahın yedisinden gecenin yarısına
kadar her çeşit insanla dolar taşardı. Yirmi kadar meyhanenin içi,
fıçıların masa olarak kullanıldığı kaldırımları, pasajın ortasındaki
boşluk, Balıkpazarı ve Beyoğlu kapılarına sıralanmış seyyar karidesçi,
kokoreççi ve midyeciler günün hiçbir saatinde müşterisiz kalmazlardı.
Müşterilerin hepsi birbirinden renkli, canlı ve çelişkendi, iflah bulmaz
esrarkeşle snob aydın, sırıtık turistle karamsar sanatçı, ipini
koparmış aylakla çiçeği burnunda asistan, dejenere mirasyedi ile ağır
işçi, burada dirsek dirseğe kafa cilalarlardı”Çiçek Pasajı denilince,
Degüstasyon’u anmadan geçmek mümkün değil elbette. Edebiyat tarihimizde
özel bir yeri olan Degüstasyon eski bir İtalyan lokantasıydı. 1940′lu
yıllarda edebiyatçıların, sanatçıların uğrak yeri olan Degüstasyon’u,
“Canan ki Degüstasyon’a gelmez, Fakirhaneye hiç gelmez” mısrasını
oturduğu masada yazı-veren Orhan Veli’yi ardımızda bırakıp devam edelim.
Şimdi var olmayan ama yine İstanbul meyhaneleri tarihinde özel bir yeri
olan Krepen Pasajı’na gelince; pasaj 19′uncu yüzyılın ikinci yarısında
inşa edildi. Kunduracıların topluca bulundukları bir pasaj iken
meyhaneleri ile ünlendi. Sonra bu güzel pasaj yıkılarak yerine sıra sıra
sahafların bulunduğu Aslıhan Çarşısı yapıldı.Geldik, günümüzün Beyoğlu
meyhaneleri denilince ilk akla gelen sokağına, Nevizade’ye… 1980′lere
kadar üç beş meyhanenin bulunduğu bu sokak, Krepen Pasajı’nın
yıkılmasından sonra oradaki meyhanelerin de taşınması ile giderek
meyhaneler sokağı oldu.Sokaktaki meyhaneler arasında Krepen’deki İmroz
meyhanesi 1941 yılında Krepen Pasajı’nda Tanaş ile Ispiro Usta’nın
kurduğu İmroz’un bugünkü sahipleri Krepen’deki İmroz garsonlarından
Yorgi Okumuş, Mustafa Yıldırım ve İrfan Kara.Eski Rum meyhanelerinin
meze ve servis geleneğini devam ettiren İmroz’un yanı sıra Boncuk, Neyle
Meyle, Asırlı, Çağlar, Keyif, Çardak, Demgâh sokağın popüler
meyhanelerindendir. Sokağın bitiminde bulunan Mini Meyhaneyi, sokağın en
küçük ancak en sevimli meyhanesini de unutmadan geçmeyelim… 1980′lere
kadar üç beş meyhanenin bulundu-ğu bu sokak, Krepen Pasajı’nın
yıkılmasından sonra oradaki meyhanelerin de taşınması ile giderek
meyhaneler sokağı oldu. Balıkpazarı’ndan ayrılmadan sokağın sonunda yer
alan ve tarihi Cumhuriyet kadar eski olan Cumhuriyet Meyhanesi’ne de bir
uğrayalım. Her zaman olduğu gibi, dolu…Tünel’e doğru uzanalım artık…
Arada Kallavi’ye ve Garibaldi sokağındaki Garibaldi’ye bir selam
verdikten sonra Asmalımescit Sokağı’ndayız… Sokağın başında Fikret
Adil’in ünlü kitabından ismini alan Intermezzo karşılıyor bizi. Eskiden
meyhanelerin bol olduğu bir sokak olan Asmalımescit’de iki meyhane var
ki, akşamcıların, rakıyı sevenlerin uğrak yeri. İlki Refik Restoran,
Refik Arslan tarafından 1954 te açılmış. 1938′de İstanbul’a gelen Refik
Arslan hâlâ müşterilerine hizmet etmekte…Refik’i arkamızda bırakıp
Asmalımescit’in ikinci ünlü meyhanesi, Yakup 2′ye doğru ilerliyoruz.
Yakup 2′in sahibi Yakup Arslan, Refik Restoran’ın sahibi Refik Arslan’ın
yeğeni. Yakup’u Rize’den Asmalımescit’e getiren de amcası Refik,
1975′de İstanbul’a gelip amcasının meyhanesinde çalışan Yakup, sonra
Yakup 1′i ve ardından 1982′de Yakup 2′yi açı-yor. Yakup 1 artık yok…
Yakup 2, kimilerine göre entelektüel meyhanesi, kimilerine göre ise eski
İstanbul Rum meyhanelerinin devamı…Beyoğlu’ndaki meyhane turunu hızla
bitirdikten sonra Meyhane denilince akla gelen bir başka semte,
Kumkapı’ya geldik.
Bizans,
Osmanlı ve yakın zamana kadar yoğunlukla Ermeni ve Rumların yaşadığı bu
semt, uzun zamandır meyhaneleri, balıkları ve eğlenceleriyle ünlü bir
semtimiz. O eski meyhaneler ve meyhaneciler artık yoksa da, gelenek
devam etmekte. Kumkapı şimdilerde boydan boya meyhane…İstanbul’un
yaşayan en eski ve tanınmış meyhanelerinden birisi Kör Agop’dur.
Kumkapı’nın en gözde meyhanelerden biri olan Kör Agop’u 1938 yılında
Agop Usta açmış. Meyhane kültürüne terbiyeli balık çorbasını, sıcak
fasulyeyi katan Kör Agop’un ölümüyle meyhaneyi önce oğlu Hayko işletmiş.
Günümüzde de torunu Daniel tarafından işletilen Kör Agop, Ermeni ve
Türk mutfağının en seçme lezzetlerini bir arada sunmaya devam
ediyor.Diğer meyhaneleri, daha doğrusu diğer balık lo-kantalarından
bazılarını da, unutmadan sıralayalım: Neyzen Balık Restaurant, Kumkapı
Balık Lokantası, Denizkızı Restaurant, Fener Balık Restaurant… Evet, ne
yazık ki yazı bitmekte ancak biz daha ne İstanbul meyhanelerinin belli
başlıcalarından, ne meyhane âdetlerinden, ne mezelerinden, ne de
eğlencelerinden, sazlı sözlü fasıllardan söz edemedik.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız İçin Teşekkür Ederim...